Ela bu haftasonundan beri kolluksuz yüzüyor.
Belki insanlık için küçük ama bizim için hayli büyük bir adım. Geçen yaz
başında kolluklarına rağmen bize yapışık yüzdüğü düşünüldüğünde müthiş bir
aşama.
Kolluksuz yüzmesi gerçekten bir anda
oldu. O günü düşündüğümde Ela’nın kollukları attığı o yarım saatte bana birkaç
yeni şey gösterdiğini görüyorum.
İlki Ela’nın rekabet duygusuyla
müthiş bir şekilde tetiklendiği. O gün arkadaşı Tuna ile beraberdi ve yakışıklı
Tuna kollukları atmış, kendi kendine yüzmeye başlamıştı. Derken harika komşumuz Ecehan, Tuna’yı kendi kendine yüzebildiği için alkışlayıverdi. Ecehan, Ela için
önemli bir figür, dolayısıyla Ela’nın tepkisi gecikmedi. “Neden alkışladın Tuna’yı?”
diye yaptı çıkışını “Çünkü kolluksuz yüzebiliyor” dedi Ecehan. Sonra Ela’nın “bunu
bana nasıl yaparsın?” bakışını görünce“sen de çok güzel yüzüyorsun” diye
toparlamaya çalıştı ama Ela bunu tabi ki yemedi, kararını vermişti; Tuna gibi
yüzecekti. Biz Ela’ya baştan beri “diğerlerinden iyi olmak gerektiği,
birşeyi başkaları onu şöyle iyi, böyle güzel görsün diye yapmasının iyi olacağı”ile
ilgili hiçbir telkinde bulunmadık. Yani bu O’nun bizden öğrendiği birşey değil.
Bu belki dönemsel, bu yaş grubuna özgüdür; bilmiyorum ama dileğim bir şeyi “diğerinden
/ diğeri kadar iyi olmak” için ya da “başkaları onu öyle görsün” diye değil,
kendisi için başarmak istemesi olurdu. Diğer taraftan, bu tetikleyici olmasa
Ela yüzmeyi öğrenir miydi? Mutlaka ama bu, bu kadar çabuk ve erken olmazdı. Sonuçta rekabet
duygusunun, beğenilme isteğinin bu kadar kuvvetli olması Ela için iyi mi, kötü
mü şu an gerçekten bilmiyorum.
Gelelim Ela kararını verdikten
sonraki aşamaya. Önce küçük havuzda kendince denemeler yaptı. Sonra beni de
davet edip, büyük havuza attı kendini. Önce kısa kısa mesafeler, denemeler,
yavaştan cesaretlenme ve biz mesafeleri büyüttükçe hoop bir anda yüzer oldu
hatun. Bu kısımda benim için en etkileyici olan korkuyla baş etme bölümüydü. “Korkuyorum”
dedi çok kez. Ben de “olsun, herkes korkar, korkarak da yapabilirsin” diyordum.
İşe yarıyordu. Sanki o zaman korkusu O’nu durdurmuyor, önemsizleşiyordu. Korkuyla mücadele etmek yerine, onunla beraber hareket etme fikrini Dost'tan duyduğumda etkilenmiştim. ve şimdi Ela bana bunun hayattaki uygulamasını gösteriyordu. En son
kısımda havuz kenarından atlamaya niyetlendi. İlk başta cesaretini toplayamadı.
Sonra “atlamak istiyorum ama korkuyorum” dedi ben yine “dert değil, korkarak da
atlayabilirsin” dedim. “Suya batınca çıkarmıyım?” dedi, “kesin çıkarsın” dedim.
Bu sözümden sonra 3 saniye geçmedi, atlayıverdi. Program bu atlayışla ve Ela’nın tüm yüzünü kaplayan
gülümsemesiyle tamamlanmış oldu. Bazen öyle bir gülümsüyor ki tüm yüzü gülüş
oluyor. Birinin gülüşüyle erimek ne demek o zaman anlıyorum.
Sonrasında, Ela’yla yaşadığımız bu macera bana kendi
kolluklarımızı düşündürttü. Suya batmamak için taktıklarımız. Çıkarırsak hemen
batacağımızı düşündüklerimiz. Sonra batmaktan ne çok korktuğumuz, o korku ile o
kolluklara nasıl daha da sıkı bağlandığımız. Oysa o kolluklar zamanla kollarımızı
nasıl da sıkıyor, zaman geçtikçe nasıl acıtıyor. Ve bizi ne çok yavaşlatıyor. En ilginci de kolluklar varken, zaten
batmadığını farkedince artık kolunu bacağını hareket ettirmeyi bırakıyor
insan, duruyor. Durunca da güçsüzleşiyor. Ve güçsüzleştiğinde, kolluksuz yapamaz oluyorsun artık.
Geldiğim noktada Ela’nın merakla bana
sorduğu soruyu kendime soruyorum: “Kolluksuz suya atlasam geri çıkar mıyım?”,
derin bir nefes alıyorum, ilginçtir kendime Ela’ya söyleyebildiğim gibi güvenle
“Kesin çıkarım”diyemiyorum. Duruyorum. Kolluklar kolumu sıkmış, acıtmış ve
ben duruyorum.
Ne bileyim ben, ah ne bileyim ben
Bir kuş kanatlanır şu gönlümden,
çırpınır, çırpınır da uçamaz...