Gündüzler, geceler çok sıcak, hem de çok…
Kuzu geceleri uyanıyor, replikler gece gece o kadar çeşitli
ki: “anne niye bu kadar sıcak?, sırtımı kaşı, popomu kaşı J,
masal anlat, kitap oku, susadım….” Klima istemiyorum, Kapı, pencere her yer
açık. Vantilatör çalıştırıyorum odasında korkarak. Ya uyanırsa, bu ses ne
derse, -yapmaz ama- bana seslenmeden dokunmaya kalkarsa falan filan… İkide bir
yanındayım bu yüzden.
1 haftalık tatilin ardından dün işe hiç gelmek istemedim.
Tuhaf bir his vardı üzerimde, sanki yabancı bir yere gidiyor gibi, sanki
aylardır uzaktaymışım gibi. Uzun sürmedi, birkaç saati içinde kolayca bildik,
tanıdık telaşların içine düşüverdim. Öğleden sonra bırakın aylardır uzakta
kalmayı, sanki hiç gitmemiş gibiydim. Güzel şeylerin izlerinin bu kadar kolay
silinebilmesi ne kötü…
Dün bir şekilde bitti, bu sabah oldu. Bu sabah anne 08:30da şirkette
olmak zorunda, yani 08:00de evden çıkmalı. Normal rutin içinde 08:30da evden
çıkabildiği için bu durum biraz acele etmesi gerektiği anlamına geliyor. Anne
acele etmek istiyor ama Ela istemiyor. Annesini 30 kişi bekliyormuş, geç
kalmaması gerekiyormuş falan filan. Önemi var mı? Yok. Ela’ya bunun önemli
olduğu anlatılabilir mi? Zor. Peki Ela’nın istediği ne? Allah aşkına ne olacak
kuzunun istediği? Her sabaki rutinimizi istiyor. Biraz gevşek gevşek sohbet
etmek, sarılmak, koklaşmak, sonra beraber kahvaltı etmek, mır mırlanmak,
gülüşmek… Ama anne acele ediyor işte, Ela mır mırlanmaya çalıştıkça, “dur
kızım, giyinmem lazım kızım, bi’dakka kızım”ları otomatiğe bağlanmışçasına
söylüyor. İstediği ilgiyi bulamayıp umutsuzlaşan kuzu da artık zıvanadan
çıkıyor, “başlarım senin işine de, acele etmene de” diyerek (tabi çok şükür ki bu
şekilde ifade etmiyor henüz) yaygarayı basıyor. Anne kayıtsız kalamıyor, gözü
saatte biraz teselli etmeye çalışıyor, olmuyor tabi. Kuzunun istediği göz göze,
diz dize, sindire sindire birkaç dakika. Anne olayı hızlıca analiz ediyor;
kuzuyu bu şekilde bırakmak ve 30 kişiyi 5-10dk bekletmek seçenekleri arasında
tercihini kuzudan yana kullanıyor. Binbir güçlükle giymeyi başardığı gömleğini 07:55’de
çıkarıyor, yatağa yatıyor, kuzu istediğini almaktan memnun ama biraz sitemkar
üstüne yatıyor. Eller memelerde, kokluyor, öpüyor, mır mır, fıkır fıkır, kıkır
kıkır derken 10 dk içinde sakinleşiyor. Annesini kaldırıyor, giyinmesine izin
veriyor. Kahvaltı yapmadan çıkmak mümkün değil tabi ki. Rutini bozmamak için
kahvaltı masasına oturuyor anne, yalandan birkaç lokma yiyor. Kuzuyla biraz
daha sohbet derken 08:15 itibariyle içi kuzudan yana rahat ama işten yana
gergin evden çıkıyor. Yolda sakinleşiyor, saat tam 08:35de konferans salonundan
içeri girmeyi başarıyor. İnsanlar henüz yeni yerleşiyor, anne rahatlıyor. Makyajı
yok, saçına bakma şansı olmamış ama fazla dert etmiyor. “Acele etmek bile bir
lüks” diyor içinden. Birden sabahtan beri anı yaşadığı tek zaman diliminin o 10
dakika olduğunu farkediyor. Sonra kuzuya şükrediyor, “şimdi ve burada”dan
uzaklaşmış anneyi, ne yapıp ne edip o ana döndürebildiği ve sabahki o 10
dakikayı kendisine hediye ettiği için. Teşekkürler kuzu…
Bu posta soyleyecek cok sozum var unutturma:)
YanıtlaSilSadece 10 dakika... Ama onlar için ne kadar önemli ve uzun anlar! Acaba biz bu hayatın hızında kendimizi mi kaybediyoruz? Yaşamayı unutuyoruz da bu kuzular mı hatırlatıyor bize?
YanıtlaSilİyiki varlar, iyiki doğurmuşuz :D
Sevgiler.
evet iyi ki varlar, bizler hayatı öğrendikçe doğallığımızı unutuyoruz, kuzular da bunu bize bazen ince ince, bazen de keskin ve acılı bir şekilde hatırlatıyor...
YanıtlaSil