(yazi Temmuz basinda kaleme alinmistir)
Hamileliğimin 39. Haftası
içinde olmalıyım aslında. Ama kuzu erkenden teşrif edince duble anneliğimin
üçüncü haftasına girdim bugünlerde. Hamile olsam nasıl olurdu diye düşünüyorum
arada. Acaba çok mu sıkıntıda olurdum, yoksa daha mı rahat olurdum. Zorluk
kesin olurdu; zira geceleri çok bölük pörçük uyuyordum(sanki şimdi deliksiz bir
uyku çekiyorum geceleri:), ağırlaşmıştım iyiden iyiye, reflü bir hayli artmıştı
ve bilimum diğer hamilelik son dönem rahatsızlıkları. Ama tabi şimdi
düşünüyorum da kuzuyu kollama derdinin olmaması, ablayı sakin tutmaya çalışmak
gibi çabalara girmemek beni baya hafifletiyormuş.
İki haftamızı bitirdik.
Çok şükür sağlıklıyız, kuzu hızla toparlanıyor, ben iyileştim sayılır. Bir
yenidoğanla bu şekilde vakit geçirmek de mümkünmüş. Yani bir başka deyişle;
başka bir hayat cidden mümkünmüş J İkinci haftasından 5. ayına kadar,
gece gündüz, gaz sancılarıyla boğuşan bir çocuk büyüttüğüm için gerçekten
şaşkınım. Bebiş emiyor, uyuyor, çok az ağlıyor, genelde huzurlu, sakin.
(MAŞALLAH! Bugünlerde ağzımdan en çok çıkan söz, İnşallah’tan Maşallah’a
geçtik, çok şükür) Günler süt kokulu, Ela evde yokken telaşsız, sakin. İlk
tecrübemiz bize erken sevinmemeyi öğrettiğinden bebeğimizin sakinliğine,
problemsiz oluşuna elbet seviniyoruz, şükrediyoruz ama her an değişebilir,
biliyoruz, tetikteyiz.
İşin zorluğu hepimizin,
ama daha çok minik ablamızın zorlu bir oryantasyon sürecinde oluşu. Anneyi
paylaşmak kolay mı? Hele annenin memelerini o ufaklığın ağzında görmek kolay
hazmedilebilir mi? Zor, baya zor. Doğumun olduğu gün karşılaşma anını çok
önemsemiştim. Tam istediğim gibi oldu. Haberi babasından aldı, odaya girdiğinde
kardeşi beşiğindeydi. Ela’nın resimleri başucumdaydı. Ela’ya çok sevineceği bir
hediye getirmişti. Heyecanlı bir andı. Hepimiz için. Zaten çok küçük olacağını,
tepki veremeyeceğini, hareketsiz yatacağını ve beni emeceğini biliyordu.
Sanırım sevinç, heyecan ve meraktı ilk hissettikleri.
onra emme zamanı geldi. O zaman işte hisler karıştı. Her ne kadar bunu bilse de, defalarca başkalarına bile bilmiş bilmiş anlatmış olsa da, kardeşini memede görünce kötü oldu kuzu. Hemen yatağa, yanıma çıktı. Bir memem onun elinin altında, diğeri kuzuda bir süre idare ettik. İkinci denememizde ağzımdan “dur annecim” gibi bir şey çıktı ağzımdan kardeşine. O an da kötü oldu, net olarak duygusunu ifade etti kuzu “Onun annesi olma!” Ne kadar net, değil mi? Bunun bir sonraki aşaması herhalde resmi dilekçe vermek olurdu diye geçirdim içimden. Sonra “Seni emmesin” dedi. Ben yüzlerce kez konuştuğumuz şeyi tekrarladım. “Tatlım, dişleri yok ya, başka türlü büyüyemez.” O da net bir şekilde “büyümesin o zaman” dedi. Kızım hayatından bu şekilde de memnundu. Kardeşi büyümese de olurdu. Ah kuzucuk zor, değil mi? O gece için birbirine alternatif birkaç senaryom vardı Ela’nın geceyi nerede geçireceği ile ilgili. Ama o hepsini pas geçti. Hiçbiri gerçekleşmedi. Binbir güçlükle babası ve kankası Ece’yle hastaneden ayrıldılar. Ben geceyi babasıyla beraber bizde geçireceğini düşünürken gece 11 sularında babamız kucağında gözü yaşlı Ela ile odaya giriverdi. Kuzu kararını çoktan vermişti, bizimle kalacaktı, kaldı da. Çok mu zor oldu derseniz o kadar da zor olmadı. 12 gibi uyudu, sabah 6.30a kadar da uyanmadı. Gece beni kaldırdılar, yürüttüler, yatağımı temizlediler vs. (ki şahit olmasından en çok korktuğum sahnelerdi) hiçbirini fark etmedi.
onra emme zamanı geldi. O zaman işte hisler karıştı. Her ne kadar bunu bilse de, defalarca başkalarına bile bilmiş bilmiş anlatmış olsa da, kardeşini memede görünce kötü oldu kuzu. Hemen yatağa, yanıma çıktı. Bir memem onun elinin altında, diğeri kuzuda bir süre idare ettik. İkinci denememizde ağzımdan “dur annecim” gibi bir şey çıktı ağzımdan kardeşine. O an da kötü oldu, net olarak duygusunu ifade etti kuzu “Onun annesi olma!” Ne kadar net, değil mi? Bunun bir sonraki aşaması herhalde resmi dilekçe vermek olurdu diye geçirdim içimden. Sonra “Seni emmesin” dedi. Ben yüzlerce kez konuştuğumuz şeyi tekrarladım. “Tatlım, dişleri yok ya, başka türlü büyüyemez.” O da net bir şekilde “büyümesin o zaman” dedi. Kızım hayatından bu şekilde de memnundu. Kardeşi büyümese de olurdu. Ah kuzucuk zor, değil mi? O gece için birbirine alternatif birkaç senaryom vardı Ela’nın geceyi nerede geçireceği ile ilgili. Ama o hepsini pas geçti. Hiçbiri gerçekleşmedi. Binbir güçlükle babası ve kankası Ece’yle hastaneden ayrıldılar. Ben geceyi babasıyla beraber bizde geçireceğini düşünürken gece 11 sularında babamız kucağında gözü yaşlı Ela ile odaya giriverdi. Kuzu kararını çoktan vermişti, bizimle kalacaktı, kaldı da. Çok mu zor oldu derseniz o kadar da zor olmadı. 12 gibi uyudu, sabah 6.30a kadar da uyanmadı. Gece beni kaldırdılar, yürüttüler, yatağımı temizlediler vs. (ki şahit olmasından en çok korktuğum sahnelerdi) hiçbirini fark etmedi.
Sabah uyandığında
kafasının benimle ilgili karışık olduğunu anladım. Ben niye yatıyordum? Hasta
mıydım? Endişelenmesi gerekiyor muydu? Daha önce çok anlatmıştım, yine
anlattım. Doğum yapan anneler iki gece hastanede kalırlar, karınları ve
memeleri biraz acır. O gün saat 08:30a kadar odanın içinde heyecanlı zamanlar
geçirdik. Bebek emdi, Ela hep yatakta yanımdaydı, sonra babasıyla 08.30 gibi
hastaneden ayrıldılar ve o gün dışarıda keyifli bir gün geçirdi. Geceyi
teyzesinde geçirdi, ikinci gün ve gecemizde biz de böylelikle biraz daha hızlı
toparlanma şansı bulduk.
Çarşamba akşamüstü
hastaneden çıkıp eve geldik ve sanırım asıl macera o zaman başladı…Kardeşi eve
de bir bisiklet geçirmişti. Etkilendi, çok sevindi. Bisikletin heyecanı geçince
emmeye başlayan kardeşini fark etti. Kafasında bir şimşek çaktı sanki. Hışımla
yanımıza geldi, kardeşinin battaniyesini çekti, bebeğe hakim olamayacağım diye
aklım çıktı. “Seni emmesin!” diye ağlamaya başladı kuzum. Güzel kızım hastanede
o faslı bitirdiğimiz düşünmüştü sanırım. Sonra defalarca tekrarlanacağı üzere
evdeki ekip – anneanne, dede, teyze, baba- Ela’nın bir şekilde aklını dağıttı
ve yanlış hatırlamıyorsam ilk akşam yemek falan yenmeden babası ve dedesi
Ela’yı gezmeye götürdü. Ertesi gün de buna benzer bir kriz, hem de evimizde
“hayırlı olsun”a gelmiş bir misafirimiz varken patlak verdi. Ela kardeşini
sevmek isterken bir anda bir krize giriverdi. Hem de ne kriz, salya sümük
ağlıyor, kendini kardeşinin üzerine atıyor, içinde yattığı port bebeyi hışımla
tutup çekmek istiyor. Kuzuyu sakinleştirebilene aşk olsun. Benim henüz çok acım
var, ne yazık ki Ela’yı kucağıma alamıyorum. Alabilsem belki rahatlatacağım. O
anı hatırladıkça içim sıkışıyor, baya zordu. Sonra yardımımıza annem ve 1
haftadır balkonumuzda misafirimiz olan civcivler yetişti. “Aaa Ela civcivlerden
biri kaçmış” cümlesiyle sanki Ela’nın kriz aç / kapa düğmesine basıldı ve gözü
yaşlı Ela ağlamayı anında keserek balkona çıktı. 5 dakika sonra keyifle
şakıyarak kardeşinin getirdiği bisiklete biniyordu. 5dk. önce yanımızda olmayan
birine yaşadıklarımızı anlatsam, Ela’nın keyifli haline bakarak kesin benim
halüsinasyon gördüğümü düşündürdü.
Bu iki kriz şiddetinde
bir şey bir daha yaşamadık. Biz de biraz taktik değiştirdik. “Ela, dur, orasına
dokunma, yapma” ifadeleri yerine mümkün olduğunca “ayağına dokun, elini
sevebilirsin, saçlarını yumuşakça okşayabilirsin” gibi ifadeler kullanmaya
çalışıyoruz. Ama bu kolay değil, gerçekten. İçinde fırtınalar kopan, bebeğin
hala bir oyuncak bebek olduğundan şüphelenen kızım aslında her an her şeyi yapabilir
durumda.Sürekli bir test halinde. O yüzden çoğu zaman Ela’yı kardeşinin
başından almaya çalışırken terler içinde kalıyorum, kalıyoruz. Biraz daha
zamana ihtiyacımız var. Durumun normalleşmesi gerekiyor. En basitinden şu anda
kardeşinin “gak” sesini duyan Ela koşarak onun yanına gidiyor. Ulaşmak istediğim
durum kardeşinin ağlamasının, beni emmesinin, herhangi birinin kucağında
olmasının ve bunun gibi hallerin normalleşmesi. Çok şey mi istiyorum? Evet, çok
şey istiyorum, biliyorum…Biz bekleyeceğiz kuzu, sen dert etme, ne kadar sürerse
sürsün, hep beraber güzellikle, sabırla geçireceğiz bu dönemi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder