17 Ekim 2016 Pazartesi

ve karşınızda Niiiil Asyaaaaaaa!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

Geldi,
vallahi de geldi billahi de geldi
15.Ağustos öğleden sonradan beri kollarımda, kollarımızda.
Hoş geldi, sefalar getirdi...
Ne kadar şükretsem bugünümüze az geliyor bana. İçtenlikle farkındayım ne denli şanslı olduğumuzun. Çok şükür!
Tek dileğim bu güzel emaneti sağlıkla teslim almaktı, dileğim kabul oldu. Bundan sonrasından zaten pek korkmuyordum. Ne olursa olsun, hepsinin üstesinden geliriz diyordum. Bir şekilde beceriyoruz işte.

Hastanede, doğum esnasında herşey herşey çok güzeldi. 15. Ağustos günü saat 15:00 gibi beni doğum için ameliyathaneye aldılar. Güzel kalpli babamız ve canım Özden de fotoğrafçımız olarak benimleydi. Ben çok heyecanlıydım. Yalan yok; tüpedüz korkuyordum. O yüzden kuzumu dünyaya getirirken yapacağım en konforlu şeyin kendimi bırakmak olduğunu düşündüm ve bıraktım. Bu kararı bile düşünerek vermiş olmam trajik ama yine de bir adımdır benim için. Çok güzel bir duygu, kendini bırakabilmek. Basbaya ağladım, ağlayarak karşıladım kuzuyu. Nedense hep doğum esnasında başımıza birşey gelebileceği korkusunu taşıyordum. O korku beni gerdikçe germişti. Ve orada gözyaşları içinde kendimi içimdeki duygulara teslim ettim. Bunu üstüne basa basa yazdığımın farkındayım çünkü bu dünya için belki küçük ama benim için büyük bir adım. Yani duygularıma kendimi bırakabilmek benim için haber değeri olan bir konu. Orada ameliyat masasında ağlarken kendimi ferah hissettim, başka biri gibiydim. Kuzumun bana orada birşeyler öğrettiğini, yeniden dönüştüğümü şimdi bunları yazarken daha net farkediyorum.

Herşey yolundaydı. Biraz sarsıldım yine sezeryan esnasında, midem çok kaynadı bu sefer. Sonra o an geldi; biz ayrıldık, ya da kavuştuk. Çok efsane bir anı daha yaşamak kısmet oldu bana. Sesini duydum, yan masaya aldılar seni. Ve gördüm seni. Ne kadar çok saçı var dedim. Sürekli "iyi mi? iyi mi?" diye soruyordum. İyiydin. NE büyük mutluluk, ne büyük rahatlama! Gözyaşlarım bu defa sevinçten akıyordu. Korkudan akan gözyaşlarım, sevinçten akan gözyaşına dönüştü. Sonra hemen seni yanıma getirdiler. Ve işte o an! Sıcacık yanağının, yanağıma değdiği an. Sonsuz bir an. Gözlerimi kapayıp, sadece seni hissettim, tüm vücudumda, kalbimde sıcaklığını hissettim kuzum. O anın özlemiydi zaten senin varlığına vesile olan. Bunun farkında olarak tüm benliğimle yaşadım. Şükür!

Hastane, sonrasındaki 10 gün biraz acılıydı. Yok yok baya acılıydı. Bu sefer 3. olduğundan mıdır nedir çok hissettim dikiş yerimi. Ağrı kesicilere duacıydım. Bir de üstüne meme başı çatlağı gelince baya mutsuz bir 2 hafta geçirdim. 40 günümüzü yeni tamamladığımız şu günlerde çok şükür işler yoluna girdi.

Ve gelelim ablaların durumuna: Ben bu sefer rahattım. Ela'nın sıkıntı çıkarmayacağını ve Alya'nın da ablanın etkisiyle bebeği olumlu karşılayacağını düşünüyordum. Yaklaşık olarak böyle oldu diyebiliriz. Alya'nın doğumunda Ela'dan yana yaşadığımız hiçbir sıkıntıyı Alya'da yaşamadık. Bunda elbet şimdi abla olan Ela'nın Alya üzerindeki olumlu etkisi var ama diğer taraftan bir gerçeği daha gördük. Mizaç diye bir şey var. Evet kişiliğimiz doğduktan sonra pek çok şeyden etkilenerek şekilleniyor belki ama doğumla getirdiğimiz bir maya da var. Alya genel olarak daha uzlaşmacı ve daha sakin bir çocuk. Tabi Ela'ya göre. Bu mizacın da etkisiyle Alya'yla şu tür konuşmalarımız olabiliyor:
(gece uykuya geçmek üzereyken, anne kendi yatağında bebeği emziriyor, Alya annenin yanında yatıyor)
- Anne bebeği emzirmen bitince elimi tutar mısın?
- Tabi
(anne tabi dedikten sonra Alya'yı bekletmemek için bebeği tutuşunu değiştirip bir elini boşa çıkartıp, Alya'nın elini tutuyor)
- Bebeği emzirmen bitti mi?
- Hayır ama elini tutabilirim
- Ama emzirmen bitince demiştik, ben seni beklerim
- ?

Baya şaşırdığımı itiraf edeyim bu tür durumlarda.

Ela da yaşının verdiği olgunluk ve bu tecrübeyi ikinci kez yaşıyor olmanın rahatlığıyla müthiş yardımsever. Bir kardeşi daha olduğu için hayatımızın biraz sınırlandığının farkında ama kabulleniyor ve gayet anlayışlı davranıyor.

Ela her zaman kendi istekleri için ısrarcı biri olmuştur. O gün 10 isteği yerine gelmişse 11. isteğim de varsın olmasın demez. Kuzumuzun ismi de onun bu özelliğinin izini taşıyor taşıyacak. Biz uzun görüşmeler, sonsuz alternatif değerlendirmeleri sonunda Asya'ya karar verdik. Nil de hep alternatifler arasındaydı. Ben tek heceli olduğu için emin olamıyordum. Sonra Ela bir gün "Anne sen Nil tek heceli diye istemiyorsun ya, sence Nilay nasıl?" dedi, ben de "a evet güzel bir isim, olabilir" dedim. Öylesine, fazla düşünmeden. Meğer Ela o an bebeğin adının Nilay olacağı sonucuna varmış. Biz adını Asya koyuyoruz dediğimizde küçük bir fırtına koptu. Gözyaşları, uzun konuşmalar...Sonuçta çözümü kendisi önerdi. "Nil Asya" nasıl? Kulağımıza çok güzel geldi. Hala da çok seviyorum. Kuzunun adını fikir birliğiyle içimize sinerek koyduk.
İsmiyle yaşasın; Nil gibi bereketli, Asya gibi güçlü ve renkli olsun prensesimiz.

Hoşgeldin, sefalar getirdin kızım...





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder